1,5 yaşındaki çocukla Afrika seyahati

1,5 yaşındaki çocukla Afrika seyahati

Son 3,5 haftadır yine dünya kazan biz kepçe, seyyar aile, bu sefer Afrika'daydık. Amanın, bebekle seyahati bırak, Afrika'ya gittiler! Evet, gittik. Çok şükür dün gece, tüm uzuvlarımız bizimle topyekün ve de sağ salim de geri dönebildik - zira az kalsın dönemiyorduk ama bunu sona saklıyorum, önce güzellikler..

Geçen sene düşman çatlatan Seyşeller seyahatinden ayaklarımız geri geri giderek dönerken "iyi bak iyi, kim bilir bir daha ne zaman geleceksin bu cennete, belki 70 yaşında piyango vurursa" dememin üstünden daha 1 sene geçmişken, yine Seyşeller'de bulduk mu kendimizi! Afrika'dan önce bir hafta yay, yat, yuvarlan; bildiğin cennet işte fazla uzatmayayım (uzatmak isterseniz burdan okuyuverin). Geçen seneden bu yana değişen hiç bir şey olmamış; cennet aynı cennet, turkuaz sular, bembeyaz kumlar vesaire.. Maya durup durup "Şeyşeys" diyor, hala kendine gelemedi çocuk..

Tatilin ikinci ve üçüncü haftasını ise "macera dolu Afrika"ya adadık, gitmeden söylemeyeyim de heyecanlanan okurlardan paparayı yemeyeyim dedim. Biz çocuktan önce eşimle sırtçantalı olarak Güney Afrika'dan Namibya, Zambiya, Malawi ve Tanzanya'yı geçip Zanzibar'a gitmiştik (uzun uzun yazmış hatta bir dergide de yayımlatmıştım bu seyahati). Afrika nedir az çok biliyoruz yani. Yine aynen böyle bir sırt çantalı ve bebek arabalı Afrika turuna düştük yine. Bu sefer tabii bebek olduğu için daha planlı, biraz daha lüks, sadece Güney Afrika'nın kuzey safari bölgesinde ve 2 hafta"cık".


İlk hafta muhteşemdi, "bush" denen tamamen medeniyetten uzak, gece bin çeşit hayvan sesi ve yıldızların altında uyuduğunuz, her tür lüksün olduğu ve dişinizi fırçalarken pencereden 1 mt ilerinizde zebraların geviş getirdiği, zürafaların ağaç dallarını kemirdiği, fillerin meraklı burunlarını sağa sola salladığı, devekuşlarının gakgukladığı ve geceleri bu ahenge kaplan, sırtlan, çakal gibi ast solistlerin de eklendiği o doğa ile iç içe safari kamplarında keyf eylemek ve Maya'nın deyimiyle pisi pisi (kaplan) ve aminals (diğer tüm büyük ve otçul dostlar) izlemek, havuz keyfi, mangal keyfi yapmak ve geceleri de bir yandan diğer seyyahlarla sosyalleşmek, bir yandan Maya'nın mavi kurbağa, kırmızı kertnkele gibi enteresan hayvanları bağrına basmasına engel olmaya çalışmakla ve pek de başaramamakla geçti. İnanınız çocuğu anadan üryan savanaya da saldım, fillerin dibine kadar gitmesine göz de yumdum (kamp alanına girmelerini engelleyen uyduruk çiti aşmayı filler de Maya da akıl edemediler neyse ki), kurbağa dolu havuza iki kolunu birden sokup ellerini afiyetle yaladı da, kampın köpekleriyle altlı üstlü "depişti" de, o güzel kara gözlü kara saçlı bebelerle sarmaş dolaş oynadı da, yani hevesini aldı. Ve tabii bir miktar da mikrop almış bu sırada (şaşırdık mı, hayır). Neyden hangi birinden koruyayım ki, Afrika'ya gelmişiz, Allah'a kalmış işimiz..


Üçüncü hafta Maya'nın huysuzluğuyla başladı. İki eli bileğe kadar ağzında olunca son arka dörtlü dişler geliyor dedim. Ateş 40.6 olunca bu iş pek diş işi değil, anlaşıldı. Bush'un ortasındayız, yol toprak, elektrik gitgel, doktor? Hahahayt. 1 saat uzakta bir köy var, orda bir GP (aile doktoru) var, iyi dediler, tıngır mıngır gittik. Bush doktoru böyle büyücüden bozma kır saçlı bir adam, dört ön dişi de eksik. Dedi ki, "ow, bu babu (Afrikaanca bebek demekmiş) hasta", 37 derecede Maya bademcikleri davul etmeyi başarmış (tabii bu başarıda benim "saldım çayıra, bas börtü böceği bağrına" modeli anneliğimin de rolünü es geçmeyelim). Antibiyotiksiz olmaz dediler, hiiiiç ses etmedim çünkü bademcikler benim çocukluğumun da uzmanlık alanıydı ve sonunda topyekün verdim kurtuldum kendilerini. O yıllarda tıp gevşek don lastiği gibiymiş, doktor bademciklerimi kavanoza koyup bana gösterdiydi de inanamamıştım. Hala aile arasında gevşemiş çilek reçeline "bademcik reçeli" dememiz bundandır..

Ertesi gün başka kampa geçtik ve orda bir derece daha uzman doktora göründük, teşhis tedavi doğru ve devam. 2 gün sonra hiç bir iyileşme olmadığı gibi bir de döküntü başladı çocukta. Bu arada klasik Maya 5 gündür tek lokma yememiş, ipe dönmüş, karnı davul gibi şiş ve gözüne sinek falan konuyor aynen Afrika belgesellerindeki gariban bebeler misali. "Kalk bey böyük şehere gidiyoz" dedim ben o noktada. Bush'tan şehere döndük, hemen bir klinik, en uzmanından bir doktor ve en acısından bir "penisilin grubu antibiyotik alerjisi olasılığı". Zınk yani. Hemen antibiyotik kesildi, mide koruyucu ve alerjiye karşı birşeyler verildi ama yavrumun karın davul gibi, acıdan bas bas bağırıyor. 5 gündür yatakta olup tek lokma yemeyip tek adım da yürümediği için bağırsaklar da durmuş tabii. Gaz sancısının yeni boyutlarını gördük ve kolik günlerinin masajları falan hepsini tekrar yaşadık. Zordu ama yavaş yavaş iyileşti ve son 1 hafta ailecek Johannesburg'un hiçbir yerini göremeden ama odanın her santimetre karesini ezberleyerek, bolca çizgi film ve pışpışla geçirdik. JB terörden ziyade hasta çocukla cehennem gibiydi. Son gün toparladı neyse ki, attık uçağa tam 24 saat uçak yolculuğu sonrası eve döndük (oyh evet bebekle 18 saat uçuş, 6 saat yollar ve aktarmalar, keçiler hala evlerindeler, e madalyam nerde?).

İlk defa bir seyahatten eve döndüğüme seviniyorum, normalde yollar benim memleketim derim.. Siz anlayın yani durumu. Yine de 2/3ü şahane geçen, Maya'nın deli eğlendiği, çok romantik ve keyifli bir seyahat oldu diyebilirim, son haftayı hiiiiç düşünmezsek. Bir daha çocukla seyahat mi, aman aman demiyorum evet evet diyorum! Afrika, hmm bence zor değil, hasta olunca ister Afrikanın böğrü, ister başka ülke. Evet doktora ulaşmak zor olabiliyor ama bir şekilde buluyorsunuz yolunuzu.. Özetle; çocukla Afrika'da seyahat zor olsa da çok keyifli, planınızı detaylı yapın, acil durum önlemlerini alın, aksiliklerde demoralize olmamaya çalışıp keyfini çıkartmaya bakın derim. Hoşbulduk! :)