Kızımdan öğrendiklerim (1+ yaş)

Kızımdan öğrendiklerim (1+ yaş)

İlk 12 ayda öğrendiklerim azmış bile, bakın buradan okuyun. Geldik yaşamın 2. senesine, Maya 2 yaşına varmadan ondan ve ona annelik yaparken neler öğrendim neler, mercimekli köfteler! (Listeyi devamlı güncelliyor ve tekrar düzenliyorum):

Mayıs: Hep anneler mi dermiş çocuklarına "yavrum terlik giy" diye?! Hayır, bazen de çocuklar annelerini kış boyu süpürülmeyen pis balkona çıkarken görünce çığlık çığlığa "anne" "pabuç" "dışarııı" diye azarlar, zorla terliği giydirirlermiş! Vay be, öğrendim ki, bu terlik olayı biz Türklerde genetikmiş hakikaten, beni es geçti ama bak bir sonraki jenerasyonda tekrar patlak verdi, görüyor musun! Bu yaşımda yeniden çıplak ayak balkona çıkamayacağımı öğrendim ooof of be özgürlük..

Nisan: En coooool babanın bile, kızı istedi ve minik elleriyle hazırladı diye üstü kalpli ve çiçekli pembe oyuncak bardak içindeki hayali çayı "ham ham ham" diye afiyetle içeceğini, üstelik bu halinin fotoğrafını çekip sosyal medyada gururla paylaşabileceğini öğrendim (ne hale geldik be...)

Mart: Öğrendim ki, tek dilli çocuk kolay, çift dilli çocuk azıcık zahmet, üç dilli çocuk muhteşem birşeymiş. İyi ki "yaşıtlarına göre geç kalıyor konuşması eyvah" diye paniklediğim anda vazgeçmemişim. Verdiğim emeğin o bal gibi tatlı meyvelerini minik minik toplamaya başladık bile. Hele o "Mamaaaa, AG!" (mommy, hug me / anne, kucaklaşalım) yok mu o AG, içimizi eritiyorsun!

Şubat: Bebekle Afrika'da safari? Olabiliyormuş. Hem de pek keyifli olabiliyormuş. Öğrendim!

Ocak: 19 ay emzirebilmeye, hala ağzının köşesinden bembeyaz akan süte şükretmek kadar, emzirmeyi sen sağ ben selamet, herhangi bir sorun ya da travma yaşamadan bitirebilmeye de şükredilebileceğini öğrendim. Ha bir de 19 ay emzirdikten sonra memelerin hiç de sarkmadığını, pörsümediğini, hamilelik öncesi aynı bedene geri döndüğünü de öğrendim.

Aralık: Her ağladığında yanına koştum, kucakladım, kendi duygularıma rağmen (bazen dayanamayacak kadar bunaldığımda, yorgun ve moralsiz olduğumda bile) seni rahatlatmaya çalıştım. Akıntıya karşı kürek çektiğimi, bu ağlamaların bitmeyeceğini çok düşündüm. Bitmedi de. Hala ağlıyorsun, hala kucak istiyorsun, hala çok zorluyorsun. AMA diğer çocuklarla bir aradayken bakıyorum da, elindeki oyuncağı başkasına veren, diğer çocuklar dövüşürken ağlayana cici yapan, duygularını yerinde ve doğru gösteren bir küçük insan olmuşsun sen! Demek ki doğruymuş, nasıl davranırsan, onun meyvesini alırmışsın. Sabreden kazanırmış, büyük resmi görebilmek zaman alırmış. Ben yine yanındayım; korktuğunda, sinirlendiğinde, olumsuz duygular yaşadığında (ki bunların hepsi sen büyürken çokça olacak, öğrendim artık).

Kasım: 16 aylık anneliğin sonunda, klinik psikolog olarak danışanlarıma önerdiğim birşeyi İLK defa kendim de uygulamayı başardım. Kızım tam 30 dakika süren ilk öfke nöbetini geçirdi, kendini yerlere attı, ayaklarını tepe tepe, parkeleri yumruklaya yumruklaya ağladı. Ben de yanında sakince oturdum, bekledim, bekledim, bekledim ve sustuğunda onu kucağıma alıp öpüp okşadım ve sinirlenmesinin normal olduğunu ama bu şekilde yerde tepinmenin istediğini yapmamı sağlamayacağını da gördüğünü anlattım. Demek ki neymiş, başkasına söylemek kolay, kendin uygulamak zor ama imkansız da değilmiş. (Merhaba ilk öfke krizi, ilksin ve biraz erken başladın ama son değilsin, di mi? Dur bakalım öfke yönetimini nasıl öğreteceğiz / öğreneceğiz..)

Ekim: Şu hayatta 3 tür acı olduğunu öğrendim; fiziksel acı, psikolojik acı ve yerde duran lego parçasına çıplak ayakla basıldığında duyulan acı.. Evet.

Eylül: Evde ve çevrede çocuk da olmayınca, üzerinden 25 sene geçse bile bazı şarkıların, masalların, oyunların ve sıkılmaya birebir aktivitelerin "ihtiyaç anında" aniden ve kusursuz bir şekilde hatırlayabildiğini öğrendim. Ve ayrıca SOMbaharın rengarenk yaprakları içinde ve su birikintilerinde hoplayıp zıplamanın (ve 'yaşasın kirlenmek'in) sadece tıfıllar için değil, anneler için de süper keyifli olduğunu, ha bir de at kestanelerinin yabani ve acı olduğunu, yenmeyeceğini, yenirse feci cırcır olunacağını öğrendim.

Ağustos: Dördü birden çıkmaya azmeden köpek dişlerine artık resmen köpoğlu köpek denebileceğini ve daha önce çıkan azılardan bile daha fazla, tüm aileyi tam 1 ay gece gündüz süründürebileceğini, bu vesileyle de günde 1 saat uykuyla 1 ay hayatta kalabildiğimi öğrendim ve hemen akabinde "acaba bir mama fight club'mı kursak be Tyler Durden'cığım?" diye sordum içimdeki diğer kişiliğime, henüz gaipten cevap alamadım, beklemedeyim (özetle: hayatta ama yorgunluktan tırlatmış haldeyim).

Temmuz: Anne sütünün çok enteresan bir şey olduğunu, sen ne kadar vermek istersen o kadar nazlandığını, sen ne kadar kesmek istersen o kadar coştuğunu, evdeki hesabın çarşıya uymayacağını ve "1 yaşından sonra keserim canım, ne o öyle, oyundan gelip anneeeeağ memeeeğ'mi diyecek yoksa eşek sıpası hahahaha" demeçlerimin bana aynen yalatılacağını ve bebeği memeden kesememenin ne tuhaf bir psikoloji olduğunu öğrendim ve montofonluğa kaldığım yerden devam ettim (ben de merak ediyorum bu hikayenin sonu ne zaman ve nasıl bitecek!?)

Haziran: Ayaklarımı aça aça yürürsem, onu ellerinden tutup yürütürken belimin daha az ağrıdığını, neyse ki bu abuk vaziyetin fazla uzamadan yerini pıtır pıtır yürümeye ve hemen akabinde koşmaya(!?) bıraktığını, "yürüyünce işin daha zor, devamlı peşinde dolanacaksın" diyenlerin saçmaladığını, aksine yürüyen çocuğun anneye "oh be!" dedirttiğini, bu sayede istediği yere giden, istediği bıcırıklığı yapabilen bebeğin de rahatladığını veeee düşmelere, çarpmalara karşı en mütiş buluşun içinde Lanolin maddesi bulunan Lansinoh meme ucu çatlak kremi olduğunu, cepte devamlı taşınması gerektiğini öğrendim.