Hayat her zaman güllerle gelmiyor

Hayat her zaman güllerle gelmiyor

Bu yazıyı yazmaya karar vermek ve yazdıktan sonra da taslak kısmından yayınla düğmesine basabilmek benim için çok zor oldu, tam 10 günümü aldı.. Bir önceki yazımda size Maya'nın hastalığını, sıcakları, fiziksel ve psikolojik anlamda yorulduğumu, "yıkılmadım ayaktayım" diyerek, "nasılsa geçti, haydi önümüze bakalım, unutalım bu zor günleri" diyerek neşeyle anlattım. Fakat sonra, yazıyı yazdıktan sonra, rahatsız oldum. Aslında iyi değildim, hem de hiç iyi değildim.. Duygusal ve içedönük bir insanım aslında ben, öyle dışarıdan sosyal, güçlü göründüğüme bakmayın. Olumsuz duygularımı, endişelerimi, sıkıntılarımı genelde içimde yaşarım. Öyle öğretilmiş bize, dışardan güçlü görünmek lazım. Hani bu bir nevi sosyal zeka falanmış gibi; mesela aslında hiç hazzetmediğiniz, size hep olumsuz atıflarda bulunan bir insanla aynı ortamdayken ona müsamaha göstermenin, gülümsemenin "büyüklük" sanılması gibi. Psikoloji bilimi bile "içiniz kan ağlıyorken mutlu görünebilmek, ne kadar güçlü ve sağlam bir psikolojiniz olduğunun kanıtıdır" derken.. Hepsi yalan.. İnsan açık, şeffaf olmalı. Sevincini de üzüntüsünü de dostlarıyla paylaşabilecek denli doğal olmalı.

Bloğumu okuyanlara "dostlar" demem belki çok saçma geliyor size. Dost dediğin az ve öz olur, hayatta - o da şanslıysak - anca üç beş tane karşımıza çıkar demişler ya.. İnanmışız. Hele sanal dost, hiç olmaz. Herkes oynuyor burda, herşey yalan, göstermelik. İlle kanlı canlı görüşeceksin, elini tutacaksın, gözüne bakacaksın ki inanasın. Neden korkuyorsak?! (Aldatılmaktan, duygularımızla oynanmasından korktuğumuz için hepimiz katı, ruhsuz insanlar olduk işte).

Geçen yazılarımdan sonra sadece bloğa bırakılan mesajlar değil, bizzat emailler ve hatta telefonla arayan, hal hatır soran, uzun uzun konuşup destek veren ama yüzünü görmediğim, elini tutmadığım insanlara dost demek istiyorum, evet. Bundan korkmuyorum. Bu insanlar "senin için dua ediyoruz" derken, benim onlara "sanal tanış" demem yanlış asıl. Ve sonra aslında içim kan ağlarken oturup kendimi sıka sıka gülmeceli şenlikli "bitti gitti" yazısı yazmam; düpedüz aldatmak. Kendime yakıştıramadım. Bana da böyle rol oynansın istemem.

(c) Fotoğraf: Tumblr.

Hiç iyi değildim ben.. Maya hastayken, havalar sıcakken, yorgunken aslında bunun yanında bir de tam 6 haftalık hamileyken, bebeğimizi kaybettim ben... Bize bir sürpriz olarak gelen, önce şaşırtan sonra çok heyecanlandıran daha sonra sevindiren, 6 hafta sonra 12. haftası bitince sizlere nasıl yazacağımı düşündürüp gülümseten, şimdiden leylekle gelen bebek fotoğraflı bir yazı bile yazdırıp taslak kısmına attıran, buzdolabı üzerine isim listesi çıkarttıran, "hadi bu seferkinin cinsiyetini öğrenmeyelim, sürpriz olsun doğumda" diye kararlar aldırtan, "Nisan anneleri" grubuna üye ettiren, seyahat ve tatil planlarını iptal ettiren, aynı zamanda da "2. çocuk mu, şimdi mi, birden mi" diye korkutan, "ya ilki gibi sorunlu testler, erken doğum olursa" diye endişelendiren, "hiç hissetmiyorum bu hamileliği yahu" diye düşündüren, Maya'nın hastalığında ise hafif hafif gelen kramplarla "daha şimdiden zorluyor, bu hamilelik çok erken oldu, napıcam ben" diye korkutan, sonra birden kanamayla ve ağrıyla uyandıran, doktora koştuğumda ise daha birkaç gün önce ilk defa gördüğüm kesenin olması gerekenden çok aşağıya kaydığını, kesenin atılmasının sadece saatler meselesi olduğunu öğrenip sudan çıkmış balığa döndüren.. Çok hızlı olup biten, hiç beklemediğim bir kısa varoluş ve kayıp hikayesi..

Mantıklı, okuyan, düşünen, araştıran bir insanım ama hamilelik hormonlarının da gücünü azımsamamalı, çok üzüldüm.. Özellikle de hamileliği beklemezken, sonra heyecanla karışık sevinç duymuşken, alışmışken, birden.. Nedensiz..

Her 10 hamilelikten 2'si ilk 12 hafta içinde fetüse bağlı nedenlerle sona eriyor, yumurta ile spermin birleştiği ana bakarsanız hele, 10 hamilelikten sadece 3 tanesi doğumla sonuçlanıyor! Yani doğum bir mucize gerçekten; düşük ise aslında daha yüksek bir olasılık. Üstelik genel olarak bu dönemdeki düşüklerin nedeni kromozom sorunları gibi fetüse ait nedenler, anne ister 7/24 yatsın, ister elini dahi kaldırmasın, olacağı varsa oluyor. Olması da gerekli zaten, doğanın bir seleksiyonu ya da Allah'ın bizim göremediğimiz bir "büyük resim" planı. Fakat yine de insan elinde olmadan düşünüyor; çok mu zorladım bedenimi, ben mi neden oldum diye.. Tüysiklet de olsa kızım, sonuçta 10kg yükle merdivenler çıkmak, tek kolumda belime destekle kucağımda oturan o varken tek kolumla yıkanmış çamaşırları asmak, günlük kaldır taşı indir işleri, Maya'yla koşturmalı oyunlar, atlanan yemek öğünleri, sonra üstüne virütik hastalık riski..

Ama ne yapabilirdim ki? 2 yaşında bir çocuğum var ve evet onu düşünmek zorundayım. Onu kucaklamak, öpmek, hasta olduğunda gece boyu nefesini dinleyerek oturduğum yerden bacaklarım uyuşsa bile kıpırdamadan koynumda uyutmak zorundayım. Ayaklarımı dikip yatma lüksüm yok ki! Bazı bloglarda okuyorum kadınlar hamile kaldıkları an evin hiç bir işini yapmıyor hatta üst rafa doğru uzanıp bardak bile almıyorlarmış! Ayrıca zorunluluk olarak da görmüyorum, severek isteyerek yaptığım işler bunlar benim. Varlığına şükrettiğim ailem.. Yine de ben mi neden oldum, çok mu zorladım kendimi diyorum ve mantığım öyle olmadığını söylese de, kalbimden gelenle üzülüyorum.

Bir de tabii her anne adayının bu dönemde yaşadığı "ya iki çocuğa bakamazsam" endişesi vardı, "ya eşimle sosyal çevremle işimle ilişkilerim dengedeyken ikinci çocuğun gelişiyle bu denge bozulursa" endişesi vardı, "ya kızım kardeşe hazır değilse, ya olumsuz tepki verirse, ya psikolojisi bozulursa" endişesi vardı. Hastalık ve sıcak da eklenince, çok olumsuzlaştım geçen hafta. Hatta sıklıkla "neden şimdi oldu, çok erken, hazır değilim" diye düşündüğüm oldu. Hatta hamileliğimi öğrendiğim andan beri gördüğüm "düşük yapma" temalı, kan revan içindeki rüyalarım arttı, her gece bir başka kabus görür oldum. Kızıma hamileyken gördüğüm o uzaylı pırıl pırıl yıldızlı rüyaların aksine, devamlı kan, elime batan iğneler, kürtaj, arılarla dolu bir odada doğum yapmak gibi tuhaf ve beni korkutan rüyalar görmeye başladım.. Belki ben düşüncelerimle psikolojimi etkiledim, o da bebeği etkiledi, "istenmediğim yere gelmem" dedi.. Bilmiyorum.. Ama mantığım böyle değil diyor; beyin gücüyle çocuk düşürülseydi heralde istenmeyen gebelikleri yaşayan kadınlar merdiven tepelerinden kendilerini atmazdı.. Ama yine de.....

Çok hızlı olup bitti herşey. Ne hamileliğimi anladım doğrusu, hiç bir hamilelik belirtisi olmamıştı daha. Ne de düşüğü ve kaybı anladım. Ama üzüldüm, üzülüyorum, hep de üzüleceğim.. Arkasından "oldu bitti geçti gitti hadi zil takıp oynayalım" demek ona da haksızlık, siz okuyanlara da haksızlık. Böyle hissetmiyorum çünkü.. Gözlerim doluyor, boğazıma bir yumru takılıyor, böyleyim işte aslında ben.. Hele o BabyCenter'dan kaydımı silmeyi unuttuğum için 7. hafta mektubu geldi ya üstüne, sanki o an idrak ettim aslında ne olup bittiğini..

6 haftalık hamilelik ve düşük. Daha kalbi bile atmaya başlamadan.. Yazmasam da olurdu belki, hiç yaşanmamış gibi. Bir çok insan için bu büyütülecek bir acı değil çünkü; hamileliğinin son ayında bebeğinin her eşyasını alıp hazırlamışken bebeğini kaybeden, doğurup emzirip koşturmaya başlamışken bir gün aniden elinden kaçırıp arabanın altına koşturuveren yavrusunu kaybeden, yıllarca emekle bakıp büyütüp yetiştirdikleri evlatlarını teröre, trafik kazasına, hastalıklara kurban veren benim de bizzat tanıdığım bazı anaların acısının yanında bu gerçekten büyütülecek bir acı değil çünkü.. Haddimi biliyorum, asla karşılaştırmıyor, Allah daha büyük acı yaşatmasın hiç birimize diyorum.

Ama yine de olmadı işte.. Yine de yapamadım. Hiç yaşanmamış gibi olsun, unutuvereyim diyemedim.. Kendimce zor bir dönemden geçiyorum. Sadece yazmak ve hiç tanımadığım sizlerle paylaşmak istedim..

Üzerinden 10 gün geçti. Merak etmeyin, toparladım ve iyiyim artık. "Bir iş olmadıysa ya daha hayırlısı olacağı için ya da gerçekten olmaması gerektiği için olmuyordur" diye bir söz vardır, ben ona çok inanırım. O nedenle toparlanmalı, hayata odaklanmalıyız. Hepimiz.

Bu kadar erken dönemde, kısa sürede tüm bu farklı duyguları çok yoğun halde yaşamak zordu ama uzamaması, bence hakkımda en hayırlısı, en büyük şansım oldu. Sonuçta hepsi 3 haftalık bir yolculuk oldu ama çok şey öğretti bana.

1. Düşük de hamilelik gibi hayatın bir gerçeği, bir kadın için düşük deneyimi bir öğrenme yolu. Benim başıma daha önce hiç gelmemişti ama bunu çok sık yaşayan, çok ağır yaralar alan yakın arkadaşlarım var. Bana hep "nedense insanlar acımı yaşamama bile izin vermiyor, daha gençsin çooook çocuğun olur boşver diyorlar, bu çok canımı acıtıyor" derlerdi. Doğruymuş. Lütfen siz de düşük yapmış bir kadına bunu demeyin, çünkü insanın aklındaki son şey "bitane daha yaparım" oluyor.. Ben daha önce düşük yapan arkadaşlarıma elimden geldiğince "seni anlamam mümkün değil ama acını paylaşıyorum, sabır diliyorum" derdim ve hiç "olsun boşver yine olur, üzülme" demezdim. Bu önemliymiş, gerçekten insan "yeni hamilelik ve birsürü bebekler" falan duymak istemiyor bu dönemde.

2. Daha büyük acılar tattırmasın Allah ama kısacık da küçücük de hatta insan bile sayılmayacak bile olsa bir canın kaybı söz konusu olunca, insan yine de üzülüyor, bir boşluk, bir hayal kırıklığı yaşıyor. Anlayışlı olmak, düşük yaşayan kadının biraz kendi içinde yas sürecini tamamlamasına izin vermek lazım. Hiç olmamış gibi davranmak ya da değerini düşürmek insanı üzüyor.

3. Bazı kadınlar düşükten sonra olaya çok mantıklı yaklaşıp çok kolay toparlanabiliyorlar. Bunu "hissizlik" olarak algılamamak lazım. Sonuçta yas süreci her insanda farklıdır ve bir noktada hepimiz "hayat devam ediyor" diyecek olgunluğa ulaşırız. Kimimiz için kısa, kimimiz için uzun zaman alabilir. Yargılamamak lazım.

4. Böyle bir deneyimden sonra, inancım ve olumluyu görme şevkim arttı. Elimdekine, sahip olduklarıma bakarak mutlu oldum. Tanrı'ya bana bu şekilde kendine şükretme fırsatı verdiği için, elimden bir hayalimi alırken yine de beni koruduğu ve kolladığı, bu yoldan bu kadar az acıyla ve kayıpla geçirdiği için şükrettim. Ne kadar şanslı olduğumu düşündüm, sağlık ve mutluluğumun devamı için gönülden dua ettim.

Evet; artık "bu şekilde olması gerekiyormuş" diyor, kabulleniyor ve elimdeki diğer hayat güzelliklerine bakıyor, tüm bunlar için şükrediyor ve hayatın tadını, rengini, kokusunu yakalayarak yaşamaya devam ediyorum. Çünkü bizden bu bekleniyor, genetik kodlamamız bu şekilde. Beynimiz olumluya yöneliyor, olumlu anıları saklamayı tercih ediyor. Unutmak değil tabii, kabullenmek ve yola devam etmek. Güçlü ve sağlıklı bir insanın yapması gereken bu.

Son bir sözüm olacak bu konuda; Allah bana ve sevdiklerime, anlamını kavrayamadığım acı yaşatmasın, O'nun yolunda ilerlerken yolumu, amacımı sorgulatmasın. Bundan bir ders aldım, bir deneyim kazandım; düşük yapan insanlara artık daha farklı bir gözle ve sözle yaklaşacağım ve yaşamın gerçekten bir mucize olduğuna, sağlıklı bir evlada sahip olmamızın aslında ne kadar düşük bir şans, bir hediye olduğuna inanacak ve buna sahip olduğum için şükredecek, sağlık, mutluluk ve bereketin artarak devamı için Allah'a dua etmeye devam edeceğim.

Hepimizin yolu aydınlık olsun.. Hakkımızda hayırlısı olsun..