Bir meslek olarak diktatörlük ve tercihleri çocuğa bırakmak

Bir meslek olarak diktatörlük ve tercihleri çocuğa bırakmak

Dün gece Beyaz Atlı Prens "bu Maya bir banka soygununa katılsa, soygunculardan biri değil de kaçarlarken arabayı kullanan kişi olur bence" dedi. Hak verdim. Böyle düşünmesinin nedeni de, kendini tehlikeye atmadan, diğer insanları yönetme huyuymuş. Ona daha çok hak verdim. Bence de bizim kız tam bir banka soygununda herşeyi ince ince tasarlayıp arabayı (ve de insanları) kullanan "arka plandaki beyin". Ama bana öyle geliyor ki, banka soygunu fikri patlarsa bir diktatör de olabilir bu bizim Maya. Özellikle Türkiye tatilleri dönüşünde bu potansiyeli görüyorum ben kendisinde. Fakat onun özündeki diktatörü dizginleyen, yavaş yavaş hizaya sokan ve kozasından bir kelebek olarak çıkma potansiyelini ona veren de yine benim anneliğim olacak..

Benim anneliğimi az çok biliyorsunuz; tamamen sıfırdan pırtladı. El yordamıyla, bol bol kan ter gözyaşı ile (evet aynen Fransız Devrimi yapar gibi) tek başıma geldim bugün bulunduğum yere. Özetle, baktın ki yapayalnızsın, o zaman başkalarının yazdıklarını ve yaşadıklarını çok çok ama çok oku, sentezlerken aklın karışsın ve çuvalla. Sonra deneme yanılmayla, karanlıkta el yordamıyla düze çık, derken hop yine çuvalla. Aslında benim anneliğim kızım tarafından biçimlendirildi çünkü ipler tamamen onun elinde. Ve evet, psikolog olarak kendimi hiç de yanlış yolda görmüyorum (zaten deliler de kendilerini hiç deli görmezler, tımarhaneler hep "yanlış anlama" sonucu orda olan kitlelerle doludur). Ama düşünmeyelim bunu ;)

Bizi dışardan izleyenler "sana şaşırıyorum, nasıl hiç sesini yükseltmiyorsun, nasıl kriz anlarında hep sakinsin, nasıl bu çocuğu HAYIR DEMEDEN büyütüyorsun" diyorlar. Valla. Bunu çok sık işitiyorum, özellikle çevremdeki tüm dostlar tek tek "2 yaş krizi"nin altında kalmaya başlayalı ve gün içinde 453627 defa hayır demeye başlayalıberi. İşin doğrusu, ben Akdeniz Kanı olan biriyim, tüm duygularımı dolu dolu yaşarım, bazen bir parlarım, bir bardak suda fırtınalar kopartırım, yaparım yani o densizlikleri. Ama evet, anneliğimde yapmıyorum, sakinim, çünkü ebeveynlik bunu gerektiriyor. Kendi davranışınıza çeki düzen vermeden çocuktan meyve beklemek olmuyor.

Maya'ya hayır demiyorum, çünkü onun hayır'larından bana fırsat kalmıyor. 2 yaş "krizi" denen şey, aslında bildiğin "büyüdüm ben, kendi kararlarımı kendim vermek istiyorum" çığlığı. Bu çığlığı da ağlayarak, tepinerek, hayır hayır hayır'larla dışa vuruyorlar. Ya inatlaşacak, o hayır dedikçe siz hayırı basacak, sinirlenecek, yorulacaksınız; ya da akıntıya karşı kürek çekmekten vaz geçeceksiniz, kendine ve çevresine fiziksel ve psikolojik bir zarar vermediği sürece bırakacaksınız deneyecek, düşecek, ağlayacak, kanayacak ama öğrenecek (bazen öğrenmesi 3-5 defa kanama ve ağlamaya bakıyor, sabır anahtar kelime). Sonuç; şu an diktatör gibi gözüken ama bir yıl sonra kendi ayakları üzerinde durabilen, ısrarcı olmayan, bağırıp çağırmayan bir çocuk. %100 garantili. Şu an henüz tünelin ucundaki ışık gözükmese de, o tepindikçe, sinir krizleri geçirdikçe, siz sakinliğinizi, ona güvenli liman sunmayı ve mantıklı cevaplarla karşılık vermeyi başardığınız sürece, bu sınavı da pekiyi ile vereceksiniz. İnanın.

Maya da her çocuk gibi bizim duygularımızı çok güzel okuyor, ona göre davranıyor. Bana ayrı, babasına ayrı, babannesine ayrı, kreşte ayrı, dışardaki insana apayrı bir çocuk. Öyle de olmalı, çünkü esneklik sosyal zekanın en önemli kriterlerinden biri.

Küçük bir diktatör yetiştirmekten hiç korkmuyorum çünkü ona sınırlar içinde esneklik ve seçenek veriyorum. Bu sayede "kendi kendine başarma" hevesini alırken, aslında etrafındaki insanları manipüle ettiğini sanarken, aslında davranışının sonuçlarını ve genel sınırları da fark etmeden öğreniyor. Ufak bir örnek vereyim:

Geçen haftasonu katıldığımız "sezonun -inşallah- son düğünü"nde 3 yaşında bir kız çocuğu vardı, bizim düğünlerde görmeye alışık olduğumuz küçük hanfendiler gibi giyinmiş, süslenmiş, belli ki saçları yapılmış, rugan ayakkabıları bembeyaz. Kızcağız belli ki tüm bu cümbüşte uykusunu uyuyamamış, alışkın olmadığı bir ortamda büyüklerin arasında huysuzlanmaya, devamlı annesinin eteğine yapışıp kucak istemeye ve alınmadığında da son perdeden ağlamaya başladı. Bir mankeni andıran annesi de mini ötesi elbisesiyle aynı desen yüksek ve ince topukluları giymiş, her dakika 14 kilo çocuğu kucağında taşıyabilecek durumda değil. Çocuk istedikçe "hayır" diyor, etrafındakilerle konuşmaya, birşeyler yemeye çalışıyor. Arada hayır'lar bağırma tonunda, arada çaresiz tonlarda çıkıyor ve tabii ara sıra çocuk kucağa inip çıkıyor. Gece 8'de ben Maya'nın uykusu için düğün ana yemeğini bile yiyemeden kalktığımda, bu durum aralıksız 6 saattir devam ediyordu ve bizden sonra olayı gözlemleyen Beyaz Atlı Prens'in raporuna göre de 2 saat daha devam etmiş, sonra çocuk koltukta uyuyakalmış, ailesi 12'ye doğru kalkarken onu da kucaklayıp gitmişler.

Buradaki hata, tek değil. Bir kere tutarsızlık var, hayır'ların evet'e dönüşebilme ihtimali var ve bu çocuğun ısrarcı olmasına neden oluyor. İkincisi, çocuğun çocuk olduğu unutulmuş. Tamam, sosyal ve bakımlı olmak bir kadın/anne için önemli ve gerekli fakat uyku ve beslenme gibi fiziksel ihtiyaçlar, güven gibi psikolojik ihtiyaçlar karşılandığı sürece. Sonuçta 3 yaşındaki bir çocuklasın, sadece sen değil, o da mutlu olmak, eğlenmek ister. İster istemez sosyallikle asosyallik arasındaki orta yolu bulmak durumundasın. Üçüncüsü, çocuk istediğinde kucağa alınır. Nokta. Çünkü çocuğun ten temasına ihtiyacı var, güvensiz ortamda kuşatılmaya ihtiyacı var, yorgun olduğunda başını göğsünüze dayama ihtiyacı var. İnanın çocuk KENDİ İSTEDİĞİNDE kucağa alınmakla şımartılmaz, ama ondan talep gelmeden ya da tamamen tembellikten istediği anlarda (merdiven çıkmamak gibi, oyuncağını kendi gidip almamak gibi) alındığında işte o zaman şımarır, kucağa alışır, ister ve ağlar. Başka nedenden değil. Fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarla, tembelliği de tüm anneler kolayca ayırır ;)

Kısaca; tercihleri çocuğuma bırakıyorum ve ondan beklentilerimi olabildiğince esnek tutuyorum. Kurallar var ama hepsi doğal kurallar; mesela camdan sarkmamak, trabzanlardan kaymamak, buzdolabının ya da dolapların basamaklarına tırmanmamak gibi direkt kendi sağlığını ya da diğer insanlara vurmak, zorla eşya almak, kaba davranmak gibi diğer insanların psikolojik ya da fiziksel sağlığını bozacak durumlarda, her aklı selim annenin koyması gereken kurallar. Ama "istediğin kadar ağla kucağıma gelemezsin", "gece tam 8'de yatacak ve tek başına uyuyacaksın", "o oyuncağı tek başına değil arkadaşınla paylaşacaksın" gibi anlamsız istek ve kurallarım yok. Kendi tercihlerini kullanıyor. Oyuncağı vermek istemiyorsa vermiyor. Ve inanın ben ısrarcı olmadığım, kararı ona bıraktığım sürece, 2-3 dakika sonra o oyuncağı kendi eliyle diğer çocuğa götürüyor ve beraber oynuyorlar. Durumu kendi kontrol edebildiği için, daha paylaşımcı oluyor.

Ya da bir başka "çok sık yaşanan" örnek: mesela ayakkabısını giymek istemedi ve dışarı çıkamıyoruz diyelim, hatta attı yere kendini, tepiniyor. Ne yapıyorum? Yanına oturuyorum ve başlıyorum dırdıra. Valla bak. Başlıyorum "peki, ayakkabılarını giymek istemiyorsun, o zaman dışarıya da çıkamayız çünkü yalınayak sokakta yürünmez. Ama dışarı çıkmak istemezsen burada beraber oturur bekleriz." Eğer mutlaka çıkmamız gerekiyorsa ve "havasında olmadığını" hissettiysem, normalden erken hazırlanıyor ve bu yerde tepinmeli teatral durum için kendisine 30dk ek süre veriyorum. Genellikle 30dk içinde zaten çözülmüş ve dışarı çıkmaya hevesli hale gelmiş oluyor, bu sayede de hiç bir yere geç kalmıyorum. Yok eğer alışveriş, gezme vs gibi çok önemli olmayan bir dışarı çıkma durumuysa, "peki, dışarı çıkmak istemiyorsun, bu sabah çıkmak zorunda değiliz, o zaman gel salona gidip kitap okuyalım" vs diyorum. Genelde yine sıkıldığı için, 30dk içinde dışarıya çıkmayı kendi ister hale geliyor.

Evet anneliğim çok esnek, yumuşak ve belki bir çok insana göre "çocuğa söz geçiremez" modeli. Ama benim de niyetim "söz geçirmek" değil çünkü o benim çalışanım değil, çocuğum. Hedefim ona hayatının sonuna dek destek olmak, yoluna engel değil ışık olmak, seçimlerine saygı duymak ve bence en önemlisi de onu herşeyden korumak yerine, tehlikeleri kendi görüp kendi uzak duracak şekilde, kendi ayakları üzerinde duracak şekilde yetiştirmek. Böyle düşününce, doğru yolda olduğumu biliyorum. Bu nedenle de, kim ne derse desin, kafama da hiç takmıyorum.

2 senenin sonunda; tabii ki hastalık, uykusuzluk gibi fizyolojik nedenleri ya da şu ünlü ve çözülemeyen 2 yaş krizinin dürtmeleri sonucunda yaşadığımız tarifsiz korkunç gün ve geceleri saymazsak (çünkü inanın hepimiz gibi biz de bol bol yaşıyoruz bunları) nedensiz yere ağlamayan, ısrarcılığı sıfıra yakın, son derece sosyal, paylaşımcı ve sevecen, kendi kendine gelişimine uygun görevlerini yerine getiren ve çevreden "ne kadar özgüvenli ve kendi kendine başaran bir çocuk" övgüsünü sık duyan bir evladım var ve bunun nedeni de tamamen "tercihleri çocuğa bırakma" türü ebeveynlik anlayışım. Ben ettim, beğenirseniz siz de edin :)