Bu tatilde beni geren iki nokta oldu. İlki, ben istemediğim halde devamlı yardım ve destek önerilmesi. İkincisi de Türkiye'de yaşamın aşırı derecede hızlı, koştur koştur, haldır huldur akması. Lakin bu yazı, geleneksel "tatil sonrası vur aileye, dostlara" yazısı değil (okuyorlar ayol, yazamıyorum artık; hem çocuğa baktır hem sonra bıdı bıdı çemkir, olmaz, ayıp). Bu sefer olaya çok farklı bir noktadan bakacağım.
Sorunun bende ya da anne babamda olmadığını, tamamen çevresel kirlilikten etkilendiğimizi keşfettim bu tatilde! Ben Münih'in ses çıkmaz kervan geçmez ortamında iyice yavaşlamış, dingin bir Hint buzağısına dönmüşüm sevgili bloggercıklarım. Oysa Türkiye'de devamlı koşturulan, bağıra bağıra konuşulan, tüm duyguların son perdeden yaşandığı hayata bir de korna sesleri, çocuk ve anne çığlıkları, arka fonda nerden geldiği bilinemeyen bir müzik tınısı eklenmiş ve her anımızda bir "haldır huldurluk" var. Yaşam o kadar hızlı ki; insanlar devamlı koşmak, birbirlerine seslerini duyurabilmek için ev içinde dahi bağrışmak zorunda hissediyorlar. Oysa ben yavaş ebeveynlik, anı yakalamak, beş duyumla hissetmek gibi "tuhaf tuhaf" huylar içindeyim. Olmadı. Karşı zeytinliklere bakarak, sadece rüzgarın sesini duyumsayarak, düşüncelere ve hülyalara dalarak bir çay içemedim..
Bizim kız ağladıkça annemle babam telaşlandı. Zaten telaşlı insanlar, her işleri koşturmalı, şöyle bir toplanmamış kahvaltı masasını falan dert etmeden oturup sohbet etmek mümkün değil ama Maya'nın huysuzluğu çığlıklara dönüştükçe hepimiz gerildik. Ben gerildiğimi hissedince yavaşlıyorum, sakinleşmeye sadeleşmeye çalışıyorum ve Münih'te işe yarıyor. Alıyorum ağlayan kızımı karşıma, yetişkin gibi sakin tonda konuşuyorum. Biraz daha bağırıyor, sonra bakıyor ona gürültüyle karşılık veren yok, susuyor. Ama burada.. Kızım ağlayınca birden babam en yakın gözden bir sesli aparat bulup dibinde sallamaya, dikkatini başka yere kaydırıcam da susturucam diye "Maya bak bak bak, Maya, Mayaaaa" diye çırpınmaya, annem ellerini bilekten döndüre döndüre nanayda nananay diye oynamaya, ordan babam "acaba şusu mu var busu mu var" diye endişe krizlerine, annem "ay şusu yok busu yok da ondan ağladı" krizlerine, babam "hemen getireyim, alt kata koşayım" derken annem "yok dur üst kata koş, karnı açtır şunu ağzına ver, yemedi, öbürünü ver, olmadı getir çikolata hah yedi ohhh"lara başlıyor, bu hızda, gürültülü telaşta, zaten gürültü ve devinime bebekliğinden beri aşırı tepkili olan Maya iyice cozutuyor, o ağladıkça ben sinirleniyorum, anneme babama söylenmeye ve hatta kendim de telaşla oraya buraya saldırmaya, şunu yapın bunu getirin diye etrafa emirler vermeye ve en kötüsü de Münih'teyken hiç olmadığım bir "sinirli ve kaotik anne"ye dönüşüyorum. Vallahi ağlayan çocuğuma 3 defa da sinirle sesimi yükseltip bağırdım bu 10 günde.. Ben ki 2 senede sadece 2 defa sesimi yükseltmiştim ve arkasından kendime kızıp saatlerce ağlamış, neden böyle oldum diye kendimi paralamışım. 10 günde 3 defa! Ve hiç de yanlış gibi gelmedi bağırmak (itiraf edeyim çok da rahatladım)!
Sonra bir gece, (tabii uyku tutmuyor beni bu sinirli halimi düşünür ve nedenlerini ararken) bende ampül yandı. Teyzemin emaili de yardımcı oldu bu ampülün yanmasında. Demiş ki "Öğrenen Anne'ciğim, bunlar inan ki iyi niyetle yardımcı olma isteğiyle yapılan yanlışlar. İnsan tornunu bu kadar az görünce, geçirdiği her saniye onun çevresinde dönmek, doya doya şımartmak istiyor, en güzel zamanlarını geçirsin diye her dediğini yerine getirmek hiç üzmemek istiyor çünkü ilerde insan hep o güzel günleri, anane dedesi tarafından şımartıldığı zamanları hatırlamak istiyor. İnan benim annem de bizim ananemizle aynen senin yaşadığını yaşıyor, tatil dönüşü hep bu çocukları çok şımartmışsınız perişan olduk diye ananemize dert yanıyordu. Ama inan ki o günler hayatımızın en güzel günleriydi, bak kimse seni öyle şımartmıyor hayatta, topu topu 5-6 sene ananen şımartıyor, hepsi bu işte" dedi. Haklı. Vallahi haklı. Ben de bilmez miyim, ailem dünyanın en verici, en merhametli, hakikaten en iyi niyetli insanları benim.. Dünyada herşeyim gitse bu ailenin içine doğduğum için şükrederim ben her gece vallahi..
Ama bir de şu var. Bizim milletçe başımıza ne gelse vallahi bu "iyi niyet ve kıyamama odaklı beklenmediği halde hizmet, istenmediği halde yardım kültürü"nden geliyor. Sadece çocuk bakımında bana karışmaları ve sanki ben kendim çocukmuşum gibi devamlı şunu yaptın mı, bunu yap diye karışmaları ve beni bu nedenle "yetersiz hissettirmeleri" değil sorun; evin iki kat merdivenini aman yorulmasın diye (kendi dizleri belleri ameliyatlık derecede hastayken) kucakta çıkarttıkları, "ama çok güzel baktı da istedi, kıyamadık" diye yemek saatinden 5dk önce verdikleri koca koca çikolatalar sayesinde zaten iştahsız olan kızım hiç yemediği, istediği her şey anında yapıldığı için 2 yaşın verdiği huysuzlukla hep daha fazlasını istediği ve doyumsuz mutsuz bir çocuğa dönüştüğü için de.. Mutsuzum ve sinirliyim. Çünkü burada 10 günde verdikleri 5 yıldızlı hizmeti ben orada tek başıma bir başıma veremiyorum, bir psikolog olarak kendi sağlığım için vallahi kimseye istenmediği ya da gerekli olmadığı halde hizmet vermek de istemiyorum. Burada onların geçirdiği her "mutlu an" benim orada fitil fitil burnumdan geliyor. Ben de insanım ya.. Bir de arada kalan hep benim, kötü anne olan benim, hemen zorlanınca ağızlarından düşürmedikleri "annen izin vermiyor" ya da "bak annen kızıyor bize".. Yahu ben bi taraf siz bi taraf olmak zorunda mıyız??
Niye böyleyiz, neden herkes saçını süpürge etme halinde? Yahu bırakın, insan en güzel zorlanarak, deneyip yanılarak, kendi emeğiyle çalışarak öğreniyor, en çok (hatta belki de sadece) o kalıcı ve yararlı oluyor. Bırakın kimse kimseye istemediği sürece yardım ve yataklık etmesiiiiin. Bırakın kızım zorlansın, düşsün, ağlasın, istediği şeyler yapılmadığında ya da olmadığında kendini başka türlü mutlu edebilmeyi öğrensin. Ailesi olmadan da kendi başına durabilmeyi öğrensin. Bizim ebeveyn olarak nihayi amacımız bu değil mi?
Şımartmayın demiyorum; şımartın, sevgiye boğun, kucaklayın, boğuşun. Zaman verin, birlikte zaman geçirin. Zaten bunu şahane yapıyorsunuz, daha çok yapın! Ama ağlayınca paniklemeyin, çocuktur bu ağlar, herşeyi ister, verirsin daha çoğunu ister. Ağlayınca ihtiyacı olan kulağının dibinde şıklatılan oyuncak, karşısında oynamalar, yemek, giysi ya da binbir çeşit oyuncak değil; alacaksın kucağına sarılacaksın, öpeceksin ve yavaş yavaş konuşacak, sakin sakin "yavrum olmaz, bunu istiyorsun ama hayır veremem, bu senin için zararlı" diyeceksin. Anlamasa bile, sesinle sakinleştireceksin, SEN sakin kalacaksın ki, çocuk da sakinleşsin. O sana bakarak öğreniyor davranış kalıplarını..
Başka da diyeceğim yoktur canlar. Türkiye'de hayat aşırı hızlı, insanlar bu nedenle devamlı koşturma, bağrışma içindeler. Bir durun, nefes alın, yavaşlayın. İnanın tüm sorunlarınız sakinleşmeyle, yavaşlamayla, anı 5 duyumuzla hissetmeye çalışmayla çözülecek. Hem bir klinik psikolog, hem de "yavaş ebeveyn" olarak bir bunu söylüyorum, başka hiç bir şey demiyorum..