Ben içinde bulunduğum durumu depresyon sanarken, çok şükür ki, bu tanıma uymadığım ortaya çıktı. Ama depresif ruh hali ve buna eşlik eden bir tükenmişlik sendromundan (halk dilinde zorlanmış anne sendromu da deniyor) muzdaribim.
Tükenmişlik sendromu, aslında her parmağında ayrı bir iş ve uğraş olan günümüz kadınının en sık karşılaştığı sorunlardan biri. Genel belirtileri; yorgunluk, depresif ruh hali, sürekli endişe içinde olmak, eskiden yapmaktan hoşlanılan aktivitelerden (hobiler, dostlarla görüşmek vs. gibi) artık hoşlanmamak, baş ağrıları, eklem ağrıları, mide ve hazım problemleri, uyku sorunları, çarpıntılar, unutkanlık ve dikkatini bir işe verememe ve hatta sık sık grip olmak. Bende yorgunluk ve depresif ruh halinin yanında bir de burun kanamaları ve kulakta uğultulu resmen koltuktan kaldırmayacak derecede baş dönmeleri de vardı. Üstelik bir çok işi sıralamış, hiçbirine başlayacak zamanı bulamamış ve bu "tembellik" için de endişelenmeye başlamıştım. 1-2 haftadır kapama düğmesinden kapatmadığım bilgisayarımın ekranında her daim en az 10 pencere açıktı ve bunlar arasında eskiden olan sosyal medya ya da gazeteler değil, "2 yaş uyku ve beslenme sorunları", "kreşe adaptasyon problemleri", "kronik kaka ve çiş tutma ve çözümü", "tutturma ve ağlama krizleri" gibi nice konuda bilgi içeren makale ve görüş sayfaları vardı. Aynı anda en az 5 çocuk problemiyle savaşıyordum, çok endişeliydim ve bunlara ek olarak yazdığım blog yazılarından alınan ailemi oyalamak, "artık Maya kreşe başladı heralde eskiden olduğu gibi her gün harika bir yemek yaparsın di mi hayatım" gibi tuhaf istekleri olan kocaya anlamsızca bakakalmak, kreşe başladı diye hemen alıştı ve ben de full time işe odaklanacağım sanan işyerimle aldığım 1 aylık izin nedeniyle papaz olmak, arkadaşlarımın tel nosunu bırak adını dahi hatırlayamamak falan da vardı. Son yazımdaki gibi "artık ben bitmiş tükenmiş"tim..
Psikolog olduğum için; tükenmişlik sendromu, depresif ruh hali ve endişelerimin farkındaydım ve yavaş ebeveynlik, süper anne olmaya çalışmamak, ana ve duruma odaklı yaşamak, kendimi rahatlatacak ve motive ettirecek yoga, meditasyon ve planlı yaşam gibi önlemleri de alıyor fakat yine de gidişatın önüne geçemiyordum. Üstelik dinleneceğim sanarak gittiğim Türkiye seyahatinden tamamen sinirlerim laçka olmuş halde döndüm ve kendisine hiç bir surette hayır denmeyen çocuğum da kural ve sınırlara uymada ciddi adaptasyon güçlükleri çekmeye ve sosyal, fiziksel ve psikolojik anlamda çok ciddi sıkıntılar yaşamaya başladı. O noktada durumun benim kontrolümden çıktığını ve bir uzman yardımına başvurmamın gerektiğini fark ettim. Belki de son aylarda kendim ve çocuğum için aldığım en doğru karardı!
Klinik psikologların meslek kuralı gereği mutlaka kendi süpervizörü olur yani her terapistin bir terapisti vardır. Uzun yıllar boyunca danışanlarla çalışırken benim de bir terapistim vardı ve gerek mesleki sorularımı, gerek danışanların bende bıraktığı etkileri danışırdım. Burada çalıştığım kadronun yapısı uygun olmadığı ve danışan değil grupla çalıştığım için, ne yazık ki uzun süredir süpervizyon almıyorum fakat ne çok ihtiyacım varmış. Sen kapıdan gir, başla ağlamaya! Nasıl dolmuşum, nasıl biriktirmişim. Kendimi süper anne olmaya çalışmıyorum diye kandırırken, aslında kendimi ne çok zorlamışım! Ne hunharca kullanmışım kendimi!
Psikolog bana "seni yargılamayacağımı biliyorsun, lütfen şu an gerçekten söylemek istediğin o cümleyi söyle bana" dedi. "Yorgunum" dedim, "bu değil" dedi, "bunaldım" dedim "bu da değil" dedi, "tek başıma olmaktan bıktım", "öz ailem bile devamlı beni eleştiriyor", "devamlı insanları mutlu etmek zorunda hissediyorum", "kendi kızımın devamlı mutsuzluğu (ağlaması) beni çok üzüyor", "devamlı bir yetersizlik hissi içindeyim" dedim, "hayır bunların hiç biri değil" dedi. Birden ağzımdan şu döküldü: "annelikten bıktım! herşeye mızmız herşeye ağlıyor, herşey sorun, herşey uğraş, herşey onu sinirlendiriyor, bir türlü mutlu değil, çok doyumsuz, verdikçe daha fazlasını istiyor, sonu asla yok" dedim. "Tamam, şimdi söyle o cümleyi" dedi. "ÇOCUĞUMDAN NEFRET EDİYORUM, keşke hiç olmasaydı!" dedim! Vallahi dedim. Birden sanki üzerimden bir taş yok yok bir kaya kalktı! Bana öyle bakıyor, ne bir nçık nçık nçık, ne bir ayıplama, ne bir acıma ve tiksinme.. Öyle bakışıyoruz psikologla.. Ben sanki ondan daha çok şok oldum ağzımdan çıkan sözlere.. Nasıl derim ben bunu, ya Allah korusun birşey olursa yavruma, nasıl böyle büyük konuşabilirim, elalem bir evlat için yıllarca beklerken, çocuklar hasta olurken, ölürken, kaybolurken.. Gül gibi evladımı ben nasıl...?
Ama hiçbirini demedi bana. Ben ışık hızıyla geçirdim bu düşünceleri hemen pişman oldum ağzımdan çıkanlardan. Ama öyle de bir rahatlama hissi gelmişti ki üstüme. Bir yandan da şaşırıyorum gerçekten "Maya'dan nefret ediyorum" cümlesinin beni bu kadar rahatlatmış olabileceğine..
Sonra dedim "nefret etmiyorum aslında çok seviyorum.. ama o kadar zorlanıyorum ki.. diğer çocuklarla kıyaslamak istemiyorum ama gülen oynayan o çocukları gördükçe - biliyorum onlar da ağlar mızmızlık yapar, yapmaz mı.. - ama benimki boru gibi sesiyle kendini duvarlara çarparak, yerlere atarak ağlıyor. Neden bu kadar öfkeli? Neyi yanlış yapıyorum? Neden mutsuz? Neden her yeni günde yeni bir problemle savaşmak zorundayım ben? Neden herşey kolay olmuyor?
"Dur orda" dedi. Hayatta bir çok şey benim için çok kolaydı.. Ailem mesela, eğitimli, hali vakti yerinde, birbirini seven ve sayan, çevreye kibar düşünceli insanlar. Bir dediğim iki olmadı ama mantık sınırları dahilinde şımartıldım, öyle dengesiz ve sevgisizce değil. Sonra eşim, gerçekten Beyaz Atlı Prens diyorum ya, abartısı yoktur. Benim psikoloğum, gurbetteki anam babam, en yakın dostum, kolum kanadım. Yaşadığım kent pleasantville gibi bir yer, yemyeşil, sessiz sakin, yine bu kentin de sosyo ekonomik düzeyi en yüksek bölgesinde yaşıyorum. Çok şükür yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkamızda, evimiz sıcak. En önemlisi sağlığımız yerinde, biraz çürük yumurtayız ama çok şükür ciddi bir hastalıkla sınanmadık hiç. Mesleğimi seviyorum, aklım yerinde, şükredebiliyorum en önemlisi.. Yani evet, çocuk yetiştirme kısmına dek el bebek gül bebek, hayat bana çok torpil yaptı.. Benim de sınavım bu annelik belki de. Hayatta beni hiçbir şey bu kadar zorlamadı çünkü.. Diğer çocuklar gibi "kolaycacık" oluverseydi, belki de şu hayattan hiç bir şey öğrenemeden geçip gidecektim. Evet belki de bu nedenle kolay değil Maya'yı büyütmek. KOLAY OLMAYAN MAYA DEĞİL, MAYA'YI BÜYÜTMEK..
Ama o boru gibi sesiye haykırırken tüm bunları düşünebilme yetim yok oluyor. Benim kendi kişisel güvensizliklerim, onun ağlaması üzerinden kendimi yetersiz hissetmem (ve hissettirilmem), mantıklı ve sakin düşünmemi ve davranmamı engelliyor. Kızımdan nefret ettiğimi bile dile getiremezken, ona fiziksel ya da psikolojik zarar vermek aklımdan geçemezken aslında hep kendi içime atıyorum. İçime attıkça öfkem yükseliyor, attıkça yükseliyor ve taşıyor kasıp kavuruyor. Önce beni, sonra beni "okuyan" kızımı, çevremi, sanki tüm dünyamı..
"Eğitimli, çalışkan, titiz, mükemmeli hedefleyen" annelerin belası; tükenmişlik sendromu. Çünkü asla yeterli göremiyoruz kendimizi, mutlaka suçlayacak birşey buluyoruz. Kendimize çok büyük sorumluluklar yüklemişiz; çocuk da yaparım, kariyerime de devam ederim, evime de bakarım, arkadaşlarıma hobilerime de zaman ayırırım. Ve ayırıyorum da ben! SORUMLULUK GÖREVİM OLMUŞ! Nasıl oluyor bilmiyorum, sanırım zaman planlama konusunda dahi falanım ama bir şekilde yürüyor işlerim. Fakat gel gör ki, kriz anlarında en dipteyim ve son zamanlarda bu anlar çok sık tekrarlanmaya başladı. Üstelik aman şeker yemesin aman tv ekranını bilmesin derken derken, çocuğu bu ikisinden daha beter olan "tükenmiş anne" ile başbaşa bıraktığım için çocuk da gevşeyememeye, rahatlayamamaya, sürekli beni yanında istemeye (ama sadece yanında değil, %100 bilfiil aklen ve bedenen yanında istemeye), ne verirsem daha da fazlasını istemeye, mızır mızır mızırdanmaya, herhangi bir hayır cevabını duyduğunda haykırarak ağlamaya, kendi işini kendi görmek yerine başkasına yaptırmaya ve en kötüsü de doyumsuz, memnuniyetsiz ve haline "şükretmeyi" bilmeyen bir insan yavrusuna dönüşmeye başladı. Meğerse "tükenmiş anne sendromu"nun çocuğa yansımaları birebir bunlarmış, bir de sıkı durun: sık sık hasta olma hali! Şaka gibi! Psikolog olarak kendi söküğümü dikmeyi bırakın, fark edememişim bile!
Peki ne yapıyoruz şimdi psikolog hanım..?
Hayatı yavaşlatıyoruz, bu biiiir. Yavaştık zaten ama yetmiyormuş, iyice yavaşlayacakmışız. Yani bırakıyoruz çocuk 2 saat bahçede çöp toplamak istiyorsa ve evde tamtakır kuru bakır yemek bile yoksa bile bırakıyoruz çocuk çöp toplasın (çünkü ben 1 saatten sonra yine de çocuğa hadi artık yeter diyordum eskiden, market alışverişi günlük ya bizde, yapmazsam açız eyvah diyordum. Şimdi pizza ısmarlıyorum mis gibi katkı maddeli falan hepimiz afiyetle yiyoruz).

Son olarak da; O ÇOCUK, O KREŞE Gİ-DE-CEK. Nokta. Artık zamanı; o da hazır, ben de tükenmişim, yarım gün kreşe gitmenin çocuğa ve bana zararı değil yararı var. Şimdi kreşten alıp dizimin dibine oturtursam, hem ben deliririm hem de aynı süreci seneye, olmadı seneye ama illa ki yaşarız. O zaman bu konu tartışma dışıdır, 2 saat ağlasa ölmez zaten evde kalsa da aralıklı olarak o miktar ağlıyor :P Mevzu sonlanmış bahisler kapanmıştır. Nokta :)
Hamiş: Bir ay sonra hem psikologa tekrar gidecek durum değerlendirmesi yapacak hem de güncelleyeceğim bu yazıyı, unutursam hatırlatın. Bakalım neler değişmiş göreceğiz..