Zamanından önce kreşe yollamak ne kadar sakıncalıysa (bknz. bu yazıda nedenleri), zamanından sonra kreşe yollamak da bir o kadar sakıncalı, çünkü hem anneler tükenmişlik sendromundan muzdarip, hem de sosyalleşmesi, kuralları ve sınırları öğrenmesi gereken çocuk bu kazanımdan geri kalıyor, eksik kalıyor. "Ne zaman kreşe yollamalı?" derseniz, o sorunun cevabı her çocuğa ve içinde bulunduğu koşullara göre değişir bence. Fakat çocuğu dikkatlice gözlemlerseniz genellikle 2 yaş civarı diğer çocuklarla daha çok zaman geçirmeye ilgili olduğunu, tek başına birşeyleri başarmaya çalıştığını yani kısaca "hazır olduğunu" görürseniz, o değerli anı yakalayın derim çünkü kreş hakikaten can simidiymiş! Meyvelerini sadece çocuğumuz üzerinde değil, ana baba olarak kendi psikolojimiz üzerinde de inanılmaz bir hızla topluyoruz.
Rutini kreşe başlayınca değişti demiştim. Mesela artık öğle uykusunu uyumuyor ve eskiden bu beni deli gibi korkuturken (çünkü uyuduğu o 1-2 saat benim gün içinde tek dinlenebildiğim, totomun koltuk gördüğü hatta arasıra yanına kıvrılıp 10-15dk'lık güç kazanma uykusu uyuduğum yegane zamanımdı) başıma gelince birden hiç de öyle korkulacak bir şey olmadığını fark ettim. Meğerse sorun uyumayan çocuk değil, yorgun ve tükenmiş anneymiş. Şimdi Maya 08.30'dan 13.30'a kreşte aktivite ve oyun işiyle iştigal ederken, ben de iş yerimde çalışıyor ya da boş günümse spor sonrası keyif yapıyor oluyorum. Ve çocuk dışında kendi hayatıma odaklandıkça, çocukla geçirdiğim zamanın da daha çok keyfine varıyor, daha enerjik oluyorum.
13.30'da Maya'yı kreşten aldığım gibi, hava şartları ne olursa olsun uygun kıyafeti giydirip, her gün bir başka parka götürüyorum ve en az 1 genelde 2 saat dışarda koşuyor, oynuyor. Bazen kreş dışındaki arkadaşlarıyla da parklarda buluşuyor, beraber zaman geçiriyoruz. 15.30 gibi eve dönüyor ve beraber ufak birşeyler (beraber yaptığımız ev yapımı pizza, meyve, fındık fıstık vs) atıştırıyoruz (Maya 9'da kahvaltı, 11.30'da öğle yemeğini kreşte yiyor ya da yemiyor, yeme konusunda ben tuhaf şekilde takıntısızım artık! Valla merak bile etmiyorum, "yedi mi" değil "oynadı mı" diye soruyorum desem?!)
Atıştırma saatinden babası 18'de gelene dek evde faliyet ve oyunla geçiyor (hala bu zamanın en az 2/3'ünde benim aktif olarak ona katılmam gerekiyor ama kreş sonrası tek başına oyun becerisi de hızla artıyor, yalnız oyunun faydaları için buraya). Babası gelince ben yemek işlerine, onlar da legolar ve tahta bloglara girişiyorlar. Yemek sonrası bu sefer ailecek boğuşma, tepinme ya da bizim kocaman yatakta zıplama işlerimiz oluyor ve 20.30 gibi de "çocuklu gün" vuslata eriyor, "yetişkin saatleri" başlıyor. Biz de 23 gibi yatağa gidiyoruz. Haftaiçleri gece çıkıyorsak (eşimle ya da arkadaşlarla haftanın bir gecesi akşam yemeğine, sinemaya, bir konsere ya da bizim kızlarla geleneksel olarak 2 haftada bir içmeye gidiyorum ama yine de 20.30 ya da taş çatlasa 21'de eve dönüyoruz (eşim geçenlerde "sırf anne babalara açık night club'lar olsa, akşam 6-9 arası çalışsalar, amma iş yaparlar" diyordu) ama gece yarılarına kadar dışarda olmadığım için şikayetçi değilim çünkü Maya'yı yatağa götürmekten ve uyuyana dek koklaşıp öpüşmekten daha çok zevk alıyorum.
Haftasonları da aşağı yukarı aynı programı uyguluyoruz, sadece öğle öncesi genellikle baby-gym'e gitmiş ve dönüşte de arabada 15dk falan uyuklamış oluyor. Öğleden sonraları da genellikle yakın bölgelere bisiklet (Maya'nın croozer'ı ile ilgili yazım burada), araba ya da tren seyahatleri yapıyor, kentteki festivallere katılıyor, genelde kahvaltı ve yemekleri ailecek ya da arkadaşlarla buluşup dışarda yiyoruz yani cuma ve cts geceleri Maya biraz daha geç uyuyor ama tabii ki sabahın köründe ailecek kargalarla kahvaltı yapma fırsatını asla kaçırmıyoruz.. Bu da beni mutlu ediyor çünkü ben Maya'dan önce de çok erken kalkan, günün o sesssiz huzur dolu saatlerini seven bir insandım.
Gelelim aktivite ve oyunlara.. Bizim evde hastalık zamanları dışında TV ve tablet izlenmiyor demiştim, o nedenle bu aktivite ve oyun işini ben baya ciddiye alıyorum (yoksa delirmeden zaman geçiremem 2 yaşındaki bir çocukla). 2 saate yakın açıkhavada olduğumuz için, aslında en güzel oyuncak ve oyun arkadaşı doğa. Fakat doğaya çıkma şansı olmayan kent çocukları için de park ve bahçeler baya enerji attırıyor. Bir de özellikle hareketli çocuklar için gymboree ya da baby gym gibi spor alanları çok keyifli oluyor. Bazı alanların anne babalar için kafeleri falan da mevcut (aslında bu tip bir iş alanı Türkiye'de çok bakir, işe dönmeliyim ama çocukla da ilgilenmeliyim diyen girişimci okurlar varsa değerlendirin bu fikri derim!)
Ayrıca bizim haftada bir gittiğimiz bir sanat atölyesi var ve burada 2 yaş çocukları çekiçle çivi çakmak, makasla kağıt kesmek, uhu ve boyalarla uğraşmak gibi "kontrollü tehlikeli" aktiviteler yapıyorlar. Bu atölyeden öğrendiklerimizi bazen hafta içi bir başka gün tekrarlıyoruz, bildiği bir aktiviteyi farklı bir ortamda yapması, öğrenmeyi de pekiştiriyor. Özellikle suluboya ile çalışmalar, farklı renklerdeki gıda boyalarının farklı kaplarda karıştırılması, playdoh'dan bebeklerine elbise yapmalar, düğme, bağcık ve boncuk dizmeler, kolye tasarımları (ve sonra üçer beşer takmalar) bu sıra çok hoşuna gidiyor.
Bizde yemek yapmak bile bir oyun aslında. Maya'yı ben mutfak robotu olarak kullanıyorum, fazla keskin olmayan bir bıçakla sebzeleri ve meyveleri kesiyor, pizza ve muffin gibi yemeklerin malzemelerin karıştırılmasından süslenmesine tamamını kendi elleriyle hazırlıyor (bir yumurta kırışı ve akını sarısını bilimadamı edasıyla ayırışı var, efsane mesela), masa hazırlanmasına ve toplanmasına yardımcı oluyor (öyle fırlatma da değil ha, çatalın bıçağın heşeyin yeri milimetrik düzende, deli midir nedir). Anlayacağınız tembel anne olarak, ev işlerinde "ödev değil oyun" mantığıyla çok güzel kullanıyorum bu obsesif çocuğumu :P
Maya'nın kitaplarını kütüphaneden alıyorum, çok bağlandığı bir hikaye olursa anca o zaman gidip satın alıyorum. Ayrıca bu dönem kuklalara fena halde sardırdığı için evdeki malzemelerden kukla tiyatrosu yapıyorum ya da oyuncakları kullanarak hikayeler anlatıyorum. Kendi de tüm teddy'leri seyirci mantığıyla karşısına dikip, sesini değiştirerek, farklı şekillerde konuşarak, kendi tiyatrosunu oynuyor bazen. Hikaye anlatımının çocuklar üzerinde çok çok olumlu etkileri var malum..
Ve tabii ki artık çocukluk dönemi oyunları tam gaz başladı; evcilik, doktorculuk, araba yarışları (ve park yeri savaşları), en üstteki fotoğrafta ne kadar profesyonelce icra edildiğini gördüğünüz (!) saklambaç, top oyunları ve hatta elinde hiç oyuncak olmasa bile hayali oyunlar, gün içinde ona ilginç gelen konuşmaları taklitler ve bebekleri giydirme, yedirme, yatırma, kaldırma, 2 yaş krizi geçiren (!!!) ya da çiş yapması gerektiği halde yapmadığı için ağlayan (!!!) bebekleri sakinleştirme teknikleri yaşam günlüğünde en üst sırada olduğu için, bu sıra en sık oynadığı oyunlar arasında. Ve ben onun kendi kendine oynamasını zevkle izliyor, mantık ilişkileri, analitik düşünme ve problem çözme becerisinin gelişimiyle gurur duyuyor, yaşından çok önce gelişen empati yeteneğine şaşırıyor ve bazı ebeveynlik sorunlarımın çözümünü onun oyunlarında buluyorum. Oyun; hakikaten çocuk için yemek ve uyku kadar önemli!
Yeni oyunlar icad etmekte kendi "tek çocuk"luk dönemimden beri yetenekliyim gerçekten ama ara sıra özellikle buraya ve şu sayfaya ve bu sayfaya ve bu site ve şu sayfa'ya ve de bu sayfaya ve de buraya ve buraya hatta buraya bakmak da çok işime yarıyor. Tavsiye ederim..