YOK. Vallahi hiç bir planım yok bu sefer! 3 sene önceki halimden, herşeyi öğrenmek sorgulamak ve mükemmeli hedeflemek diye özetleyebileceğim anneliğimden eser kalmadı. Belki de biraz da bu nedenle kapatıyorum Öğrenen Anne'yi 4 gün sonra.
Bu demek değil ki kitap sayfası açmadan, uzmanına danışmadan, hani kaba tabirle kör cahilce çocuk büyüteceğim bundan sonra. Hayır, tabii ki gelişmeleri takip edeceğim, okuyacağım ama 3 senelik annelikten sonra, biraz hayatın getirdiklerine, içimdeki sese, kader/kısmet/herşey olucağına varır'a odaklanmak istiyorum. Yavaşlamak, sakinleşmek, çocuk odaklı ebeveynlik son 6 ayımın hedefiydi, kısmen başarabilmeye başladığım şu günlerde bunun bile bir "hedef" olmaması gerektiğini öğrendim!
Bundan sonra, hissetmek istiyorum. Yaşamak istiyorum. Daha çok hayatın içinde, daha az (a)sosyal medyada, sadece "olması gereken"e değil, "elimden gelen"e odaklanmak, tüm o "meli malı"lardan "ne demiş, neyi önermiş"lerden biraz uzaklaşıp, gerçekten hedefsiz ve amaçsızca "anı yaşamak" ve başıma gelen hayattan, hızla geçip gittiğini düşündüğümüz hayattan, tek ve biricik ve geri dönüşü olmayan hayattan, iyisiyle kötüsüyle gelen hayattan, her koşulda ZEVK ALMAYA ÇALIŞMAK istiyorum. "Hedef" değil, arzum bu..
Hayat bazen insanı çok zorluyor; o hastalık anları, kaderin ayağına çelme üstüne çelme takıp durduğu şanssızlık anları, herşeyi olumsuz görmemize neden olabiliyor. Ama hayat bu değil, hayat bütününe baktığında çok özel, çok güzel.. Hayat bir hediye.. Bunu hamileyken daha iyi anlıyor insan; hamile kalmaya çalışırken, bu süre uzadıkça ya da hamilelik süresince ufacık bir komplikasyonun ne kadar büyük bir kayba neden olduğunu görünce, bir bebeğin doğumunun aslında tamamen mucize olduğunu, hayata başlayabilmenin bile bir mucize, şans olduğunu düşünüyor. Herşey pamuk ipliğine bağlı, hayat bize sunulmuş bir hediye.. Biraz oyalanıp bir köşeye atılamayacak kadar değerli bir hediye!
30'lu yaşlarımın ikinci yarısındayım ve geçenlerde okuduğum bir cümle beni düşündürdü: "bu yaşlarda insan hayatın acemiliğini üstünden atar, hayata daha bir "alışır", kanıksar, bu nedenledir ki 30'lu yaşların sonunda artık insan rahatlamaya, gevşemeye, gerçekten yaşamaya başlar" gibi bir cümleydi bu. Öncesinde gerçekten hedefler, planlar, kendimizi şekillendirme, hayatımızı kurma çabası oluyor, sonra bir bakıyorsun hayata "alışmışsın", az çok ne nedir öğrenmişsin.. O anda başlıyor sanırım yaşamak.. Ben de bu dönüm noktasında olduğumu hissediyorum.
İkinci anneliğimde hiç bir hedefim yok. Umudum her iki çocuğuma da bol zaman ayırmak, bol sevgi verebilmek, kendimi hunharca değil saygıyla "kullanmak", yaşamı koşarcasına değil yaşarcasına sürdürmek, sahip olduklarıma daha sık ve içten şükretmek. Basit şeylere; bedenimde bir rahatsızlık duymadan içime çekebildiğim nefese, sahip olduğum aileme, dostlarıma, günün sonunda yatağıma girdiğimde "ohhh" diyebilmeye şükretmek mesela.. Ve gelen dertlere sabırla yaklaşabilmek, kabullenmek, "günün tamamı olmasa bile bir anı mutlaka güzel geçecek" diyebilmek, kumaş simsiyah da olsa, üstüne yapışmış bir beyaz iplik bulabilmek..
Ve ananemin en sevdiğim kişilik özelliğini, "su gibi; hayattaki en değerli şey gibi, sade ve hafif olabilmeyi" başarabilmek istiyorum. Hayatı çok ciddiye almamayı istiyorum, gülüp geçivermeyi istiyorum, çünkü ancak bu sayede hayatın gerçek anlamını görebileceğime, derinliğini hissedebileceğime, bilgeliğine ancak sadeleşerek ve hafifleyerek ulaşabileceğime inanıyorum.
Yaşamak ve yaşadığımı hissetmek istiyorum. Sadece bu..
Dipnot: Görsel benim için çok çok önemli ve sanırım 3 senelik annelikten öğrendiğim "tek" şeyi çok güzel özetlemiş, inanın sizin de bu tavsiyeden başka hiç bir tavsiyeye uymanıza gerek yok. Çevirisi: "Öyle zamanlar vardır ki; asıl görevinizin hep hayal ettiğiniz gibi bir ebeveyn olmak ya da sizin sahip olamadığınız ve özlemini çektiğiniz ebeveyn olmayı başarmak değil; çocuğunuzun kendi koşulları ve doğası gereği asıl ihtiyacı olan ebeveyn olmayı başarmak olduğunu anlarsınız."