Mayıs: Taşınacağımız eve ilk defa girip evi "kocaman" bulan kızımın ilk tepkisi "anne ben burda tek başıma mı yaşayacağım? oleyy!" Yok cicim, sevgilin 4,5 yaşındaki A. ile yaşayacaksın, yavru ne diyosun yaa, daha 3 yaşında değilsin, temiz bi 14 senen var ayrı eve çıkmaya.. Derken.. 3 senenin ne kadar hızla geçtiğini öğrendiğim aklıma geliyor, o 14 senenin de bir göz açıp kapayana dek geçivereceğini düşünüyorum, bi hüzün çöküyor be dostlar.. Annelik neymiş biliyor musunuz; upuzuuun hiç bitmeyecekmiş gibi geçen günler ile kıpkısa birden bitiveren yıllarmış..!
Nisan: "Fena halde deniz ve güneş tatili gelmiş yavru"nun önderliğinde evdeki tüm şişme simit, top, deniz oyuncağının hazırlanıp, bikinilerin giyilip, koca yatakta "yüzüyormuş gibi" yapılacağını, cup diye "su süsü verilmiş yastığa" atlanacağını ve bu oyunun saatlerce oynanıp bir deniz günü kadar insanı yoracağını, "denizsiz yaşanmaz, deniz yoksa da yaratılır" mottosu içinde öğrendim..
Mart: Aşırı hassas ve antenleri havadaki huzursuzluğu yakalamak ve bunu kendine ciddi dert edinmek amacıyla çalışan bir çocuğa sahipseniz, ona çaktırmamak adına eşinizle sözsüz, tamamen kaş göz işaretleriyle kavga etmeyi ve satır aralarında da çocuğunuza "ayy ne güzel bir gün, ailecek ne mutluyuz" falan temalı saçma sapan cümleler kurmayı öğrenirsiniz. Demek ki anne baba olmak, tiyatrocu olmakmış..
Şubat: Çocukla yemek yapmanın hiç de öyle cicili bicili bloglardaki gibi olmadığını, çok sağlam sinirler gerektirdiğini, ayrıca temizlik düzen obsesyonunuz varsa kesin tedavinin bu olduğunu ve de yapılan yemeği "kendi yaptı" diye yemesinin de yalan olduğunu öğrendim.
Ocak: Geçen 6 ayda öğrendim ki; 2 yaş çocuğuyla tartışmaya girmeyin, kazanamazsınız. Mesela ben dün gece tepedeki ayın vanilyalı dondurma topu olduğunu kabul ettim. Yarın dünyanın düz olduğunu dahi kabul edebilirim, belli olmaz..
Aralık: Daha konuşamazken, hatta düşündüğünü bile sanmadığım dönemde seni uyutmak için söylediğim "küçük kardeş can" isimli şarkıyı, neredeyse 10 aylık bir süreden sonra ilk kez bu gece tekrar hatırlayıp söylerken, senin de hatırlayıp kelimesi kelimesine doğru şekilde söylediğini şok içinde fark edince öğrendim ki, beynin hakikaten bir bilgisayar ve herşeyi ama herşeyi kaydediyor.. Demek ki doğduğun andan itibaren her anına, ağzımdan kaçan her heceye, her davranışıma dikkat etmem lazım be çocuk, bugün de şoklar içinde bunu öğrendim!
Kasım: Bi "M"okun bu kadar "kıymelimsss" yapılıp aylarca günlerce tutulabileceğini, bunun çiş tutmaya da neden olacağını, 20 saat hatta uykuda bile o koca göbekteki çişin tutulabileceğini ve bu sorunu çözmek için ailecek doktorlara, psikologlara taşınacağımızı, koca 1 sene boyunca da çözemeyebileceğimizi (ortalama 1 sene alıyormuş) ve sonunda pes edip "bu da bir dönem, bu da geçecek"e bağlayacağımızı öğrendim.
Ekim: Neden tüm anne bloglarının çocuklar 2 yaş civarındayken birden kapandığını keşfettim: tükenmiş anne sendromu.. Nefes alamıyorum! Boğuluyorum be blog! Hayatta hiç bir şeyin bir insanı büyütmek kadar fiziksel ve psikolojik anlamda zorlamadığını öğrendim.
Ekim: Aslında zor olanın çocuk değil, çocuğu büyütmek olduğunu; anne baba olarak kendi çocukluğundan gelen uyku, yeme, tuvalet ya da sınır koyma gibi hassas noktalarımızın olduğunu ve çocuk denen "insan yönetim uzmanı"nın da bu hassas noktaları çarçabuk yakalayıp direkt bunlara vurmaya çalıştığını; senin ana baba olarak en büyük silahının "vurdumduymazlık" ya da "hiiiç aldırmazmış gibi görünmek" olduğunu öğrendim. Örnek: sen kendine güvenli bir şekilde "istediği kadar ağlasın" dediğin an tepinmekten vazgeçen çocuk..
Ekim: Hani anne ve ananelerimizin sadece tek kaş kaldırma, dudak büzme, göz devirmeden oluşan ve bizi kalabalık ortamda tek bir kelime etmeden "hizaya sokan" koca bir iletişim becerileri vardı ya, o becerinin çocuğum konuşmaya başladığı anda bana ve eşime geçeceğini ve "o çikolata tabağını yok et" ya da "koltuğun köşesinden sarkıyor düşecek dikkat et" gibi koca cümleleri bile tek bi göz kısma, kulak titretme ifadesiyle konuşmadan birbirimize anlatabildiğimizi öğrendim, hem de Alman kocayla yahu..
Eylül: Kreşe başlayan minikten çok annesi heyecanlanıp eli ayağına dolaşabilir, heyecandan mide krampları yaşayabilir, kapıdan uğurlarken miniğin yerine o gözyaşı dökebilir diyorlardı, doğruymuş. Okulun ilk gününde hissettiğim heyecanı, kızımın okulunun ilk gününde aynen hissediyorum! Başarılı ve mutlu, uzuun eğitim yılları başladı bile (ne çabuk!); darısı diplomalarını, mezuniyetlerini, başarılarını görmek olsun! (Ha bir de bu vesileyle tüm eğitim sisteminin aslında tükenmiş anababaları çocuktan kurtarmak için icad edildiğini de öğrendim :P)
Ağustos: "Daha 2 yaşında, anlamaz" dememek gerektiğini, dinlemez gibi gözüküp can kulağıyla dinlediğini, anladığını, etkilendiğini ve olumsuz ufacık bir şeyi minicik beyninden silmek, unutturmak için haftalarca insan üstü bir gayretle uğraşmam gerektiğini öğrendim. Anlaşıldı; bundan sonra ağzımdan çıkan en ufak bir heceye dahi dikkat etmem gerekiyor! Anne olmak, özdenetim sanatında uzmanlaşmak demekmiş..
Temmuz: Hiç nedensiz yere otobüste iki yaş krizi yaşayan kızımı sadece öpüp okşadım, sakin kalabildim diye beni izleyen bir Alman kadının beni tebrik etmesi ve otobüstekilerin de ona katılıp beni alkışlamaları üzerine iki şey öğrendim; bir, çocuk sevmez dediğimiz Almanlar meğerse anne severmiş, iki, bu işler sadece filmlerde olmuyormuş ve hiç tanımadığı birinden bir güzellik görünce insan nasıl mutlu oluyormuş! Yaşşşa be teyze!
Haziran: Öğrendim ki, anne olmak, yine kendin gibi bir anne-dost ile sabah 08.15'te buluşabilen ve bunu da gayet normal karşılayan kişi olmak demekmiş. E o saatte nere açıktır? Gittiğimiz yer doğal olarak Kılavuz Karga Kahvaltı Evi (attım ayol, öyle isim mi olur, direkt batarsınız valla!)